HABERTÜRK-Sosyal Devlet Değiliz

10 Mart 2010

Sosyal Devlet Değiliz



 



 



 AK Parti Ankara Milletvekili SSK eski Başkanı Mehmet Zekai ÖZCAN, AB ülkelerinde yüzde 12 seviyelerinde olan sosyal yardım ve sosyal hizmetlere ayrılan payın ülkemizde yüzde 1 bile olmadığını, bunun da devletin “sosyal devlet” niteliğinin olmadığını gösterdiği tespitini yaptı…



           



Röportaj



 ***Çalışma Bakanı beceriksiz



A.T.-Şimdi gelelim esas meselemize uzun yıllar SSK’da yöneticilik yaptınız. Emek piyasası ve sosyal güvenliğe yakın birisisiniz. Son özelleştirmelerle çalışanların örgütlerinden koparılarak, 4/B veya 4/C gibi örgütsüz, işgüvencesiz çalışma alanlarına itilmesine bir Akparti milletvekili olarak nasıl bakıyorsunuz?



 MZÖ- Bunların AK Parti’den çok önce başlayan ve yapılan hatalar diye bakıyorum  Bugün için çalışma hayatının memurlar yani kamu görevlileri ve diğer çalışanlar olarak ayrılması gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla işçileri çok fazla kategoriye ayırmanın doğru olmadığını söylüyorum. Akparti geçmişte bunun farkına vardı geçici işçileri yani 6 aydan fazla çalışanları sürekli kadroya geçirdi. 200 binin üzerinde işçi yararlandı.   Bu çok olumlu bir düşünce ve gelişmeydi.  4/C Akparti’nin suçu değil, ancak süratle çalışma hayatında düzenleme yapılmalıdır.  



            A.T.-Tekel işçilerinin 80 güne varan bir eylemi oldu.  Eyleme son verdiler. Eylem sonucunda Danıştay 4/C başvurusunun süresini uzattı. Tekel işçileri özelleştirmen gelmiş ve 4/D’li olmak istiyorlardı ama hükümet 4/C’yi önerdi. Yani işçileri işgüvencesi ve örgütlü bir çalışma düzeni talep ediyorlardı. Taleplerini bir Akparti’li vekil olarak haklı buluyor musunuz?



            MZÖ-Tabi ki çalışanların taleplerini haksız bulmak mümkün değil. Çalışanlar doğal olarak daha iyi haklar talep eder. Bu talepler bazen aşırı da olabilir. Mali durumun ölçüsü oranında da karşılanması da gerekir. Türkiye’nin mali durumunu ve kaynaklarının ne olduğu ortada. Kamunun işçiye de ihtiyacı ne kadar var bunu şüphesiz Hükümet bilir. Tekel işçileri de 4/C yerine, kamunun diğer alanlarında kadrolu olarak kısmen, ihtiyaç ölçüsünde değerlendirilebilinirdi.



 AT-Bu eyleme gerek kalmazdı o zaman.



            MZÖ-Aslında bu eylem bu noktaya gelmeden hem de aynı 4/C şartlarıyla bile bu noktaya gelmeden halledilebilirdi.



            A.T-Öyleyse TEKEL krizi kötü yönetildi öyle mi?



 MZÖ-Bugün Tekel işçilerine verilen haklar geçmiş özelleştirmelerdeki işçilere göre çok daha iyi haklardı, bu verilen hakları başta iyi anlatılabilseydi ve rest çekilmeseydi bence bu iş çözülürdü. Sorunun esas sebebi Çalışma Bakanlığı’nın diyalog eksikliğidir.



            A.T- Özelleştirme adı altında kamu işletmelerinin işçisiz, istihdamsız bir şekilde arsa olarak bina olarak satılmasını doğru buluyor musunuz?



MZÖ-Özelleştirmedeki bizim kastımız devletin elindeki, imkanları bazı grupların, siyasetçilerin arpalık olarak kullanılmasını engellemektir. İşletmelerin verimli olarak işletilmesidir. Avrupa ve ABD’deki özelleştirmelerin amacı budur. Ancak, bir kamu işletmesinin sadece arsa ve binası için satılmış olması doğru değildir, bu özelleştirme değildir.



            AT.-Tekel’in tütün bölümü için yapılan özelleştirmede ilk iki özelleştirme de istihdam garantili daha doğrusu işletmelerinde işçileri ile birlikte özel sektöre satılması öngörülmüş ve 300 milyon liradan fazla para veren alıcı çıkmış iken ikisi de iptal edilip. İşçisiz, istihdamsız olarak 1,1 milyar verene satıldı. Yani, arsa ve bina satışı yapıldı. Buna mukabil Tekel işçilerine de hiçbir iş yaptırılmadan bir buçuk yıl boyunca para verildi. Karlı bir işlem olmadığı halde bu Tekel özelleştirmesi parti içinde nasıl karşılandı?



 MZÖ- Tekelin özelleştirilmesi unutuldu, işçilerin eylemi tartışılır oldu.  Çalışma Bakanlığı bu işçilerle baştan diyalog kursaydı, binlerce işçi aylarca, kışın soğuğunda Ankara’ya yığılmazdı, aileleri üzülmezdi. Hükümet yıpratılmazdı. Mesela önceki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanları Murat bey veya Faruk bey olsaydı, bu noktalara gelmeden sorun çoktan çözülürdü. Çünkü 4/C olarak verilen haklar geçmişe göre çok iyidir.



 



***Memurlar, işçiler ve emeklileri yüzde 42 fakirleşti



AT-Akparti sekiz yıldır iktidarda, 2002’den 2010 geldik, ülke büyüdü ama istihdam daraldı, işsizlik arttı. Bunda Akparti’nin 8 yıllık iktidarında istihdamsız, işçisiz olarak özelleştirme adı altında, arsa, bina satışı yapılmış olmasının etkisi var mıdır? Yanlış özelleştirme politikalarının etkisi var mı?



 MZÖ-İstihdam yaratıldı. Ücretsiz aile işçilerinin ücretli olarak istihdama katılması (%21’lerden % 14’lere düştü) istihdamda gözükmedi. İstihdam yaratıldı ama Cumhuriyet tarihinde önünde ve arkasında daralma olmadan, en uzun büyümesini yaşadı. 2002-2007 arasında. Bu kadar yüksek büyümenin olduğu, ortalama yıllık yüzde 7’ye yakın büyüyen ülkede,  istihdamda yeterli büyüme olmamışsa, burada büyümenin istihdama dayalı olmaması etkili oldu.  Yani, ithalata dayalı büyüme oldu.



Bu durumda imalat sektörü büyüyemedi. Yani sanayi büyüyemedi. Kâr politikası sebebiyle daha ucuz olduğu için dışarıdan aldık. İstihdamsız büyüme tercih edildiği için işsizlik azalmamış son ekonomik daralmayla artmıştır.



 AT-Yine bu dönemde kişi başına milli gelir 10 bin dolara seviyelerine çıktığı TÜİK tarafından ifade edilmektedir. Öte yandan aynı TÜİK milli gelirin fonksiyonel dağılımını 3 yıldır açıklamıyor. 10 bin doların gerçek olduğunu kabul edersek, çalışanların yani işçilerin, memurların milli gelirden aldığı pay yüzde 50 oranında azalmış oluyor. Buna mukabil sermaye ve rantiyenin gelirlerinin de aynı oranda arttığını görebiliyoruz. Bu durumu Akparti iktidarının hanesine artı mı yoksa eksi mi olarak yazmalıyız? Öte yandan memurlar, işçiler ve emeklilere 2002 yılından beridir sadece enflasyon oranında zam yapılması ama ülkenin büyümesinden pay verilmemesini de nasıl değerlendirirsiniz?



            MZÖ-2002-2008 arasında Türkiye yüzde 42 reel büyüdü. Bu büyümeyi ise emek kesimine ve emeklilere tam yansıtılmadığı doğrudur. Ancak, geçmişe de baktığımızda reel büyümelerin emek kesimine yansıtılmadığını görüyoruz. Fakat işçilerin büyümedeki payı olarak ifade edebileceğimiz yüzde 26-30 oranında refah payının büyümeyle birlikte emekçilere yansıtılması doğru olur. AK Parti döneminde bu refah payı Bağ-Kur emeklilerine ve asgari ücretliye yansıtılmamıştır.



 



 



            ***Emeğin örgütlenmesindeki engelleri kaldırmalıyız



AT- AB’ye giriyoruz, AB’ye giden bir hükümet var ama AB’ye gidecek fasıllar içinde emeğin örgütlenme hakkını içeren fasılların, sendikal hakların ilerletilmesi kapsamında bu 7 yılda herhangi bir gelişme de olmadı. Hatta geriye gidişler var işgüvencesi kapsamında olan 10 işçi çalışan işyerlerinin 30 işçi sayısına çıkarılması gibi emeğin haklarında azalma var ama artma yok. AB’ye giderken sadece sermayeyi mi alacağız yoksa işçisi ve memuru ile çalışanlarında da AB’ye götürülmesi gerekmiyor mu?



 MZÖ- Emek piyasasında geriye gidiş olduğu görüşüne tam olarak katılmıyorum. Çünkü Dünya da sendikalı işçilerde ciddi bir azalma var. Esnek çalışma modeline gidiş var.  AB’ye 2023 de yani Cumhuriyetin 100 üncü yılında girebileceğiz diye düşünüyorum. Türkiye’de her yıl yüzde 7 büyüse o zaman bugünkü AB’nin ortalama milli gelirinin ancak yüzde 90’ına ulaşabiliriz. 2008’de düşük büyüme, 2009’daki ciddi ekonomik daralmanın görülmesi, işimizin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Olacaksa şüphesiz AB üyeliği imtiyazlı değil tam olmalıdır.



            ***Türkiye “Sosyal Devlet” değil



AT-İlk sosyal güvenlik düzenlemelerinin mimarlarından birisisiniz. Gerçi sizden sonra 60 maddelik bir değişiklik oldu ama işin en başında siz vardınız. Yeni emekli aylığı hesaplamalarında yıllık yüzde 2 oranıyla hesaplanan bir emekli aylığına gidiyoruz. Bu da şu anlama geliyor asgari ücretle (729 ile) 9000 gün yani 25 yıl çalışan birisine 65 yaşına gelip emekli olduğunda yüzde 50 oranıyla 350 lira kadar emekli aylığı vereceğiz. Yani işçilerin-memurların ücretleri reel olarak arttırılmazsa ilerde geçinemeyecekleri bir emekli aylığı vereceğiz. Bu sebeple yeni bir sosyal güvenlik reformunun gerekli olduğunu düşünüyor musunuz?



 MZÖ– Sosyal güvenliği toplum ve basın olarak tam anlamış değiliz. Biz sosyal güvenlik derken içinde genel sağlık sigortası, emeklilik sigortası, sosyal yardımları ve sosyal hizmetleri de kapsayan bir bütün olarak görüyoruz. Görüyoruz ki kavramlar karıştırılıyor. Son yapılan reform aslında sadece emeklilik sigortası ve genel sağlık sigortası ile sınırlı kalmıştır. Bu sosyal güvenliğin sadece bir adımıdır. Sosyal devletin esas görevi,  sosyal yardım ve sosyal hizmetleri de sosyal güvenliğe katmaktır.  Henüz bu konuda gelişme yoktur.



 Öte yandan, kamu çalışanları yani memurlar için Kamu Reformu kısa zamanda gerçekleşmelidir.



            Kamu çalışanları, emeklilik sigortası kanununa göre yeniden düzenlenmediği, yani kamu reformu yapılmadığı takdirde bazı meslek gruplarının diğer gruplara göre emekli aylıkları çok azalıp veya diğerine göre artacak ki, büyük haksızlıklara sebep olacaktır. Onun için 2 yıl içinde mutlaka kamu reformu yapılması gerekir. Kamu çalışanlarının yanı sıra yargı mensupları da, askeri personelde bu reforma dahil olmalıdır.



            Emeklilik  ne kadar çok prim ödeyip, ne kadar çok sistemde kalırsan o kadar çok emekli aylığını kazanma üzerinde kurgu yapılmıştır. Haklar – yükümlülükler noktasından olaya bakılmış, norm ve standart birliği getirilmeye çalışılmıştır. Öte yandan, bugün doğan çocuğun 65 sene sonra emekli olacağında ortaya çıkan, 2007 GSYH’sına göre birikimli açığı 2,9 Trilyon TL emeklilik açığının azaltılmasına çalışılmıştır. Bu açığı, bu borcu torunlarımıza bırakmaya hakkımız var mı? Ne var ki popülist yaklaşımlarla reform gerçekleşememiştir.



            Örnek verecek olursak, sendikalar, ilgili bakanlıkla görüşerek 9000 prim gününü 7200 güne indirdiler. Oysa ki şunu düşünmediler, güncelleşmiş değer olarak 1000 TL’nin % 50’sini yani 500 TL emekli aylığı alacakları yerde bunun % 40’ını yani 400 TL emekli aylığına indirildiğini göremedi. Oysa ki işsiz kaldıkları dönemde sigorta primlerini işsizlik sigortasının ödemesine dair (yani 9000 güne tamamlayabilecekleri) bir maddeyi tasarıya bizzat ben koydum. Ancak Plan ve Bütçe Komisyonunda bu maddeyi tasarıdan çıkarttılar. Sendikalar buna da itiraz  etmemiştir.



            Sosyal Güvenlik Reformu çok talihsiz bir süreç yaşamıştır. Olmaması gereken hususlar buna monte edilmek istenmiştir.



            AT- Ne monte edilmek istenmiştir. Milletvekili emekli aylıkları mı?



            MZÖ- Tasarı gelecekteki emeklilik haklarının kazanılması şartlarını düzenliyordu. Kimsenin bugünkü emekli maaşını ne artırıyor, ne de azaltıyordu. Ne var ki milletvekillerinin emekli aylığı artış talepleri yanı sıra 2 yıl milletvekilliği yapanların ömür boyu tazminat alması, sınırsız sağlık hizmeti alması hususları, tasarıya konmak istenmesi, ben bunları tasarıya koymayınca, benim bilgim dışında düzenleme yapmaları sebebiyle Komisyon Başkanlığından ve 7 sene hizmet ettiğim Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan istifa etmek zorunda kaldım.



            Bu reformun ne olduğunu birçok milletvekili anlamadı. Milletten fedakârlık beklerken, milletvekillerine ilave zam ve tazminat istediler. Yapmadığımız için “ipini çektik” dediler. Benden 32 yaşındaki milletvekillerine 4 asgari ücret tazminat verecek düzenlemeye imza atmamı istediler. Milletvekillerine aynı şekilde ilave emekli maaşı zammını koymamı istediler. Ne yazık ki bu taleplere tek başıma karşı koymak durumunda kaldım.



 AT- Ülkemizin GSYİH’sına göre sosyal güvenlik açıklarının oranı yüzde 4-5 arasında değişiyor. Girmeye çalıştığımız AB ülkeleri ortalaması ise yüzde 14 civarında. Onlarda, primsiz rejim denilen sosyal yardım ve sosyal hizmetler de bizden çok ileriler. Mesela, ülkemizde bir çalışan işsiz kaldığında 6 ile 10 ay arasında çok düşük işsizlik ödeneği alır sonrasında iş bulamazsa devlet yüzüne bakmaz. Hırsızlık, uğursuzluk ve fuhuş yapmaktan başka çaresi kalmayanların sayısı da giderek artıyor. Şu anda yüzde 4-5 oranındaki sosyal güvenlik açıklarına çok denilmesi yerine bu açıkların daha fazla artması ve zorda kalanlara devletin el uzatması gerekmiyor mu? Yoksullukla, fuhuşla, hırsızlık ve uğursuzlukla mücadele için sosyal yardım ve sosyal hizmetlere verilen paraların arttırılması gerekmez mi?



 MZÖ- Türkiye de sosyal güvenlik gideri GSYH’nın % 11’i civarında, AB’de ise bu oran yüzde 30’lar seviyesindedir. Burada asıl sorun bugüne kadar bizim eksik bıraktığımız sosyal devletin oluşturulmamasıdır. Mesela sosyal yardımlar AK Parti’den önce GSYH’nin binde 2’siydi. Bizim dönemimizde ciddi bir artış oldu, binde 7’ye çıktı. Buna rağmen bu rakamlar çok yetersiz. Emeklilik sigortasından açık veriyoruz ama sosyal devlet yoksul, biçarelere görevini yerine getiremiyor. Sosyal Devlette, onun vatandaşı, ben yoksullaşırsam, çalışamaz hale gelirsem, biçare kalırsam beni komşuma muhtaç etmeyecek, belediyelerin kuralsız paketlerine mahkum etmeyecek, Genel Bütçesinden yasa ile belirleyeceği bir hakkının olduğunu bilecek.



 Evet dinimiz komşusu açken tok yatan bizden değildir diyor ve bize bunu yapmamızı istiyor.  Ama sosyal devlet vatandaşını komşusunun merhametine bırakmayan devlettir.  Vatandaşı, belediyenin insafına bırakamazsınız. Belediye verdiği gıda kolisini bana oy ver diye veriyor, siyaseten fakirliği, yoksulluğu, düşkünlüğü kullanıyor olabilir. Ancak sosyal devlet buna izin veremez. Komşusunun merhametine, Belediyelerin insafına terk edilen toplum özgürleşemez, yardım edene bağlanır. Özgür iradesiyle oy kullanmaz, açlığını verilen kolileri düşünerek oy kullanır.



 Vatandaş benim genel bütçeden alabileceğim haklarım var. Yoksul, dul kaldığımda biçare kaldığımda yasal olarak bu haklarımı alacağım. İşte o zaman özgür demokratik toplum oluruz. O zaman siyaset sığlıktan kurtulur. Siyaset bezirgânlardan kurtulur. Seviye kazanır. Sosyal Devlet olacaksak ki olmalıyız o zaman sosyal hizmetler ve sosyal yardımları olması gereken yere çıkarmamız gerekir.



 AT- Türkiye Sosyal Devlet değil mi?



            MZÖ- Sosyal güvenliğe yüzde 10 ayıran bir devlet, sosyal yardım ve sosyal hizmetlere yüzde 1 bile ayırmayan bir devlet sosyal devlet olması düşünülemez. Bunun için kısa zamanda sosyal yardımlar yasasını çıkarmalıyız.



 



***Yoksulluk Arttı



AT-Sekiz yıllık dönemde yoksulluk ne hale geldi?



 MZÖ-Göreli yoksulluk 2002’de % 14,7 idi. 2008 de 15,1’e çıktı. Yani göreli yoksulluk arttı. 2009 da ise rakamlar açıklanmadı ama içinden geçtiğimiz ekonomik krizi de öngörürsek yoksulluğun daha da arttığı söylenebilir.  Ancak bu sadece Türkiye’ye özgü değil hemen hemen tüm dünyada gelir dağılımında ciddi farklar oluştu.



 AT-Küresel sermaye ve küresel girişimci var ama emek küresel değil. Küresel olanlar da küresel olamayan emeği ülke ülke dolaşıp sömürüyorlar. Bizim ülkemizde de çalışanlarımız sınırımızın dışına çıkamıyor, zira AB için bile dolaşım hakkını alamadı. Ancak, dolaşım hakkı olsa da dil bilmeyen, yeterli donanıma sahip olmayan işçilerimiz sınırın dışına çıkınca ne yapacağını bilemez, nereye gideceğiniz anlayamaz hakle. Emeğin de küresel hale gelebilmesi, nitelik kazanabilmesi için özellikle işsizliğin had safhaya çıktığı bu dönemde İşsizlik Sigortası Fonunun devreye alınması lazım değil mi?



 MZÖ-Şüphesiz bu kadar büyük bir kaynak istihdamın artışında kullanılabilir. Bu kaynağın rasyonel bir biçimde devreye alınması ve emek kesimine nitelik kazandırılması şart.