İş Kanuna tabi olan ve en az 1 yıl çalışmış işçiye, İş Kanununda öngörülen hallerden biriyle iş akdi sona ermişse, çalışma süresi ve ücretine göre ödenen gelire Kıdem Tazminatı deniyor.
Kıdem tazminatında son günlerde yaşananlar, ilgili resmi söylemlerle beraber kıdem fonunun artık hayata geçeceğine, en azından bu konuda tereddütsüz bir iradeye işaret ediyor. Bu bağlamda, işçinin kıdem tazminatı hakkının tarihsel süreç içinde nasıl bir seyir izlediğini ve henüz yasalaşmayan kıdem fonu ekseninde gelinen aşamaları işçinin bugünkü kazanımları açısından değerlendirmek gerekiyor.
Kıdem Tazminatı Tarihçesi
İlk olarak kıdem tazminatı uygulaması 1938 tarihinde 3008 sayılı İş Kanununun yürürlüğe girmesiyle başlıyor. Bu yıllarda kıdem tazminatı işçinin ek ücreti olarak görülüyor ve hak olarak tanımlanıyor ancak, her yıl için bir brüt maaş ücret olarak değil de, örneğin beş yılı aşan süreden sonra her yıl için 15 günlük ücret tutarı olarak ödeniyor.
1950 yılında yapılan yasal düzenlemeyle kıdem tazminatı için gerek çalışma süresi olan 5 yıl, 3 yıla indiriliyor. 1967 yılında 3008 sayılı İş Kanunu mülga oluyor ve yerine işçi lehine kapsamlı düzenlemeler içeren 931 sayılı İş Yasası getiriliyor. Zira, bu yasada, mevcut haklar korunduğu gibi kıdem tazminatı almayı hak eden işçinin ölümü halinde yasal varislerine bu tutarın ödeneceğinden, askerlik hizmeti nedeniyle iş akdi feshedilen kimselerin de kıdem tazminatı almaya hak kazanmasına kadar birçok madde hüküm altına alınıyor.
Tam 4 yıl sonra 1971 yılında, köklü anayasal değişikliklerin yanı sıra 1475 sayılı İş Kanunu yürürlüğe giriyor ve bu yasanın 14. maddesiyle kıdem tazminatı düzenleniyor. Ve nihayet, 1975 yılında yapılan değişiklikle kıdem tazminatına hak kazanmak için gerek çalışma süresi 3 yıldan 1 yıla indiriliyor ve bunu geçen her tam çalışma yılı için 15 günlük tazminat miktarı 30 güne çıkarılarak bugünkü kıdem tazminatının temelleri atılmış oluyor.
Yine kadın işçilerin evlendikten 1 yıl içinde kendi istekleriyle işten ayrılmaları halinde kıdem tazminatını hak etmeleri 1475 sayılı kanun nedeniyledir. Gerçekten de, 1475 sayılı kanunun 14. maddesi halen yürürlüktedir. Bu madde hariç 1475 sayılı Kanun 2003 yılında yürürlükten kaldırılıyor ve bugün de cari olan 4587 sayılı İş Kanunu yürürlüğe giriyor.
Kıdem Fonu
Hiç şüphesiz ülkemizde fonlar çalışma hayatı üzerinden devlet adına mali kaynak oluşturabilmenin en pratik yolu olarak benimseniyor. Zira bunu istenen sonucu tam olarak vermeyen BES’te de getirilmek istenen Kıdem Tazminatı Fonunda da açıkça görüyoruz. Ancak gelinen sürece bakıldığında mevcut haliyle kıdem tazminatı için bir reform ihtiyacının olduğunu söylemek bilimsel olmayacaktır. Ayrıca kıdem tazminatı fonu yasalaştığında sonuçları işçi, işveren ve devlet açısından farklılaşacaktır.
Her ne kadar son Fon söyleminde ortada bir taslak olmasa bile önceki taslaklardan gördüğümüz üzere burada işçi açısından muhtemel kayıpları ele almak gerekirse bunlar aşağıdaki gibi olacaktır.
-
Fon gelirse işçilerin kıdem tazminatı aylık oranı 8.33 ten en fazla 5,34 e düşüyor. Bu da kıdem tazminatı hakkının budanması anlamına geliyor. Her halükarda işçi bugünkünden çok daha az bir kıdem tazminatı ile karşılaşacağı anlamını taşıyor.
-
Fon gelirse işçiler kıdem tazminatını sadece yeni ev aldığında, emekli olduğunda ve öldüğünde alabilecek ki bu mevcut şartlarda kıdem tazminatının alınabileceği seçenekleri azaltmış oluyor, bu da iş akdi feshedilen kişiler için konforlu bir iş arayış sürecinin güvencesi olan kıdem tazminatının berhava edilmesi anlamına geliyor.
-
Fon gelirse 10 yılını doldurma şartı geliyor, bu da açık bir şekilde mevcut şartlara göre tazminatı zorlaştırmak anlamına geliyor.
-
Daha önceki KEY, TTF, BES, İşsizlik Fonu gibi fon yönetimi başarısızlıkları beklentileri olumsuzlaştırıyor ve devlete olan güveni azaltıyor.
Kısacası Kıdem Fonu kurulması genel olarak işçi hakları açısından olumlu özellikler taşımıyor.