Tam bütün gazeteler boy boy yeni sosyal güvenlik sisteminin getirdiklerini ve götürdüklerini anlatan yazı dizileri neşretmeye başlamıştı ki, dün Çankaya’dan veto haberi geldi. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sosyal güvenlik reformuna ilişkin yasa tasarısının bazı maddeleri yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye geri göndermiş. Üstelik bu kez veto edilen maddeler, atamaların düzenlenmesi ya da cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılması gibi şekle değil, bizatihi reformun esasına yönelik maddeler. Özetleyecek olursak, sayın Cumhurbaşkanı emeklilik yaşının 65’e çıkarılmasına karşı çıkıyor.
Biz de gazetelerden izlediklerimize bir ilk tepki verelim efendim. Bizim bu konudaki görüşümüz sayın Cumhurbaşkanı’nın veto gerekçesinde bir dizi yanlış anlama olduğu yönünde. Zira, sayın Cumhurbaşkanı veto kararına “ortalama ömrün 66 yıl olduğu Türkiye’de emeklilik yaşının 65 olmasının adil olmayacağı”nı, öngörülen yeni sistemin “ölçüsüz” olduğunu gerekçe olarak göstermiş. Oysa, sosyal güvenlikle ilgili bir politika tasarımı yaparken ortalama ömrün 66 yıl olduğuna dair rakama birkaç açıdan dikkat edilerek yaklaşılması gerekiyor. Aşağıda nedenlerini kısaca açıklayalım.
Sosyal güvenlik sistemleri, doğaları gereği, geleceğe ilişkin projeksiyonlara dayalı olarak tasarlanırlar. Yani, bugün 30-40 yıl sonrasına dair yapacağınız hesaplara göre bir sosyal güvenlik sistemi kurarsınız, vakti geldiğinde de bu kurduğunuz sistemin doğurduğu sonuçlarla karşı karşıya kalırsınız. Eğer 30-40 yıl sonrasında ilişkin doğru projeksiyonlar yaptıysanız ve bu projeksiyonlara uygun bir sistem kurduysanız, vakti geldiğinizde dengeli bir sisteminiz olacaktır. Yok eğer projeksiyonlarınız yanlışsa, ya da bile bile açık verecek bir sistem tasarladıysanız, gelecek nesiller emeklilere söz verdikleri maaşları ödeyebilmek için daha çok vergi vermek ya da daha çok borç almak zorunda kalırlar. Bu durum sürdürülebilir olmaktan çıkarsa da bir “sosyal güvenlik krizi” ortaya çıkar.
Sosyal güvenlik sistemi geleceğe ilişkin bir tasarım olduğuna göre, bu tasarımı yaparken kullanılacak verilerin de geleceğe ilişkin projeksiyonlar olması gerekir. Her şeyden önce, sayın Cumhurbaşkanının gerekçesine dayanak yaptığı ortalama ömür rakamı “cari” bir istatistiktir, bir projeksiyon değildir. Dahası; söz konusu cari istatistiğin sosyal güvenlik sistemine dair hesaplarda kullanılması da çok doğru değildir. Zira, bu ortalama ömür bebek ölümlerini de içermektedir. Yani henüz bir yaşına gelmeden ölen bebeklerin yaşları da bu ortalama ömrü hesaplarken kullanılmaktadır. Oysa, bir yaşına gelmeden ölen bebekler hiçbir zaman emekli olamayacaktır. Bebek ölümleri hesaba katılmadığında, ülkemizde ortalama ömür 70 yıl olarak hesaplanmaktadır. (Birleşmiş Milletler’in veri setine göre, 1989 yılında 0 yaşındakilerin beklenen ömrü 63 seneyken, 1 yaşındakilerin beklenen ömrü 67 seneydi). Yani, sosyal güvenlik sisteminin tasarımında kullanılması gereken cari ortalama ömür istatistiği 66 değil 70’in üzerindedir. Diğer istatistiği kullanmak elmalarla armutları karşılaştırmaktan farksızdır.
Ama, az önce de söylediğimiz gibi, esasen kullanılması gereken rakam daha da yüksektir. Çünkü bugün yapılan reform zaten 2007’den itibaren geçerli olacaktır. O yüzden yeni sistemi tasarlarken şimdiki değil 20-30 yıl sonraki rakamlara bakılması gerekmektedir. Ülkemizde ortalama ömür uzamaktadır ve daha da uzayacaktır. Bu konuda bizden 20 yıl kadar önce Avrupa Birliği’ne giren Yunanistan ve İspanya’ya benzetme yapmak yerinde olur. Bu ülkelerde 1960’ta 69 civarında olan ortalama ömür, 20 yıl sonra 1980’de 75’e çıkmıştır. 30 yıl sonra da, 1990’da, 77’ye yükselmiştir. Benzer bir uzama, tıpkı 1960’ta 50 sene olan ortalama ömrün 1990’da 66’ya çıktığı gibi, 2040’a doğru bizde de olacaktır. Bugün yapılan reformun işlevsel olacağı 2040 civarında Türkiye’deki ortalama ömür de, bebek ölümleri katıldığında dahi, 77 seneye dayanması kaçınılmazdır. Resmi projeksiyonlar da aynen bunu söylemektedir. TÜİK 2040 için doğuşta beklenen ortalama ömür uzunluğunu 77 sene (erkekler için 74, kadınlar için 80) olarak tahmin etmektedir.
Eğer şimdi sosyal güvenlik reformu yapılmazsa, o zaman ortalamada 77 seneye uzanan bu yüksek ömür saadet getirmek yerine bir demografik felaketin tetikleyicisi olabilir. Çünkü, daha önceki birkaç yazımızda da işaret ettiğimiz gibi Türkiye şu anda bir demografik geçiş yaşamaktadır. İyi değerlendirilirse büyümenin yüksek olacağı bu geçişte geçmişteki yüksek doğurganlık oranları sayesinde çalışan nüfus sürekli artmaktadır. Çalışan nüfus çok olduğu için toplanan sosyal güvenlik primi de çoktur. Ama doğurganlık oranları hızla düşmektedir. O yüzden gelecekte yaşlı nüfusun büyüklüğüyle kıyaslandığında, çalışan nüfus da, toplanan prim de bugünkü kadar çok olmayacaktır. Ortalama ömrün uzaması sıkıntıyı daha da artıracaktır. Bunların sonucunda, ileride daha fazla sayıda emekli daha uzun süre yaşayacaktır. Sistem şimdi bile açık vermektedir, 30 yıl sonraki demografik tabloyla bu açık sürdürülemez hale gelecektir. Yani, eğer bugün reform yapılmazsa, zaten gelecekte emekli maaşlarını ödeyecek para bulunamayacaktır. O zaman emeklilik yaşı ne kadar “ölçülü” olsa da emekli maaşları ödenemeyecektir. Çünkü sosyal güvenlik sistemi bir “denge” meselesidir. Zor olan yarının dengesini bugünden kurmaktır. Yıllardır reformu yapamayışımızın nedeni de budur. Ama artık zorun başarılması için daha fazla vakit kalmamıştır.
Sağlanmış olan göreli istikrar ortamının sürdürülmesinde olumlu bekleyişlerin etkisinin ne kadar önemli olduğunu bu sütunlarda uzun zamandır tekrarlıyoruz. Bu bekleyişlerin sekteye uğramaya başladığı bir dönemde, sayın Cumhurbaşkanımızın yukarıda tartışılan biçimde gerekçelendirilen vetosu kararmakta olan bekleyişlere bir darbe daha vurmuştur. Yeni bir program ihtiyacı daha da zaruri hale gelmiştir.