ALİ TEZEL

Sendikalar, sendikacılığı kendileri bitirdiler, ağalığa devam dediler

Sendikalar, sendikacılığı kendileri bitirdiler, ağalığa devam dediler

 

Dün 1 Mayıs ve yine Taksim savaşları yaşandı ne ilginçtir meydana sadece Hak-İş üyeleri girebildi. İşçiler ve örgütlenme yılda sadece bir gün Taksim’de eylem-bayram kutlanarak olur mu? Yoksa emeğin hak mücadelesinde daha başka yapılması gerekenler yok mu?

 

Sendika ağaları, yeni “Toplu İş İlişkileri Yasa”sında sendikacılığı bitirme, ağalığa devam istediler ve oldu. TBMM’ye gelen tasarıdaki ülke barajının sıfır olmasına engel olup en az yüzde 3 olmasını istediler. Kendilerine rakip sendika olmasını, kurulmasını engellediler. Sonra da yüzde 3 oranının sadece eski sendikalar için yüzde 1’de kalmasını istediler. En sonunda da kendileri de yüzde 1’i geçemeyince, yasadan önce başvuranların yetkisi bakidir dediler.

Hükümetin ve sermayenin de işine gelen bu durumda yeni yasa ile sendikalı işçi sayımız da artış olmayacak. Örgütsüz işçileri de sermaye sömürmeye devam edecek.

Şimdi düşünün mesela bir iş kolunda (tekstil olsun) SGK’ya kayıtlı 2 milyon işçi olsun ve sizler de yeni bir sendika kurmak istediğinizde bu 2 milyon işçinin en az 60 binini üye yapamazsanız ülke barajını aşamayacak ve işyerlerinde toplu sözleşme yapamayacaksınız. Ancak, eski kurulmuş sendika bu baraja tabi olmadığı için yetkili olacak.

Ülke barajı tasarıdaki gibi sıfır olsaydı, işyerinizdeki işçi sayısının yarısından bir fazlasını yeni kuracağınız sendikaya üye yaptığınız an, işverenle masaya oturup, toplu sözleşme yapma hakkınız olacaktı.

 

***Sendikaların aylık gelirleri 500 milyon lira

Mevcut sendikaların, (var olan 11 milyon işçiden) sadece 1 milyona yakın üyesi var. Her üyeden de bir günlük yevmiyesi kadar aylık sendika aidatı alıyorlar. Ortalama işçi yevmiyesi (çıplak) 50 lira olduğunu düşündüğümüzde aylık gelirleri, 500 milyon lira yani yarım milyar Türk Lirası. Bu hesaplamaya sendikaya üye olmaksızın dışarıdan dayanışma aidatı ödeyen işçilerin ödediği aidatlar dahil de değil.

Peki bu paralar nerelere gidiyor derseniz, benim görebildiğim kadarıyla yılda bir Taksim meydanında 1 Mayıs kutlanacak diye bir miktar bayrak ve bir miktar şapka-flamada başka giderleri yok gibi. Ha bir de yönetim kurulu üye ve yöneticilerine ödenen aylıklar var.

İşin enteresan tarafı, sendikalara üyelik için gösterilen en kötü uygulama olan noter şartı (yeni yasa ile) kaldırıldığı halde yeni üye kazanalım dedikleri de yok.

 

***2013 1 Mayıs’ında Taksim Meydanına sadece Hak-İş alındı

Dün 1 Mayıs günü Taksim Meydanına sadece Hak-İş’e üye işçilerin alınması, Disk ve Türk-İş üyesi sendikaların alınmaması manidar geldi bana…

 

***Taşaron işçileri görmüyorlar bile

Emeğin örgütlenmesinin önüne konulan en büyük engellerden birisi de taşaronlaştırma ve taşaron işçiler sorunu ve ne yazık ki taşaronlaştırmayı en başta (Özal’lı yıllarda) sendikalar istediler. Bize dokunmayın, yeni işçi alacaksanız taşaron şirket kurdurup oraya asgari ücretle işçi alın dediler. Nihayet taşaron işçi sayısı da azımsanmayacak sayılara 2 milyonun üzerine çıktı.

 

***Sendikalar emeğin de küreselleştirilmesi için uğraşmalı

Üretimin dört ortağı var, (1) Doğa, (2) Sermaye, (3) Emek, (4) Girişimci. Bu dördü bir araya gelir ve satılabilir mal veya hizmet üretir. Sonrada bu dördü ortaya çıkanı paylaşır. Doğa’nın payına rant / kira, sermayenin aldığına faiz, emeğin eline geçene ücret / maaş" derken, bu üçünü bir araya getiren girişimcinin eline de kâr geçer. Bunlardan emek hariç hepsi küresel…

 

***İşçimiz hariç her şey AB’ye gidebiliyor

Emek, sermaye, doğa ve girişimci içinde üçü de tam küreselleşti ve tüm dünyayı dolaşabiliyor. Üretimde kullanılan hammadde olarak da niteleyebileceğimiz doğanın ürünleri bir yerden bir yere taşınabiliyor. Sermaye ise ülke ülke dolaşıp, nerde daha çok faiz alıyorsa oraya gidiyor. Girişimci de hangi ülkede kârını maksimize edecekse oraya gidiyor. Bunlardan sınırı aşması engellenen veya engellenmese bile sınırları aşması zor olan tek faktör emek.

 

Özellikle bizim ülkemiz için konuşursak, emeğimiz küresel değil. Bırakın küresel olmayı, girmeye çalıştığımız AB’ye sermaye gönderebiliriz, hammadde (doğa ürünü) gönderebiliriz, girişimci gönderebiliriz ama serbest dolaşım hakkı olmadığından emek gönderemeyiz.

 

***Gönderemediğimiz emeği sömürmelerini istiyoruz

Gönderemediğimiz emeği sömürmesi için, bizde ucuz işgücü var gelin sömürün diye bas bas bağırıp, küresel sermayeyi ülkemize çağırıyoruz. Ancak, sermaye, müteşebbise AB’ye uyum yasaları çerçevesinde tüm hakları verirken, kendi emeğimizin sömürülmesini istediğimiz için işçilerimize AB düzeyinde haklarını da bir türlü vermiyoruz. Emeğim örgütlenmesi için teşvik etmediğimiz gibi örgütsüz hale gelmeleri için elimizden geleni yapıyoruz. Hatta, kamuda çalışanlar için örgütsüz, işgüvencesiz uygulamalar için baskı yaparak 4/B ve 4/C’ye geçirmeye uğraşıyoruz.

 

***Milli gelirdeki payı da artmalı

Bir ülkede kayıtdışılığı bir kenara koyarsak, üretimin göstergesi milli gelirdir. Milli gelir denilen şey, bir yıl içinde ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerini gösterir ki Başbakanımıza göre 2012 yılında Milli Gelirimiz 800 milyar dolar olmuş. Yani, işçi, memur, esnaf, çiftçi, sanayici ve 20012 yılı boyunca üretmiş 800 milyar dolarlık gelir elde etmişiz. (800 X 1,8 =1,44 trilyon lira) Asıl bunun dağılımı nasıl olmuş? Ülkemizde memur ve işçilere (Tarım dahil) ödenen ücretlerin toplamı da 200 milyar liralık bir pay almışlar. Yani Milli Gelirden sadece yüzde 14’ünü emek alabilmiş.

AB ülkelerinde ise bu oran yüzde 40 ile 50 arasında değişmektedir. Bu durumda ülkeyi yönetenlerin de gerek maliye gerek para politikalarında değişiklik yapıp, emeğin payını artırmaları gerekmektedir.

***İŞÇİLERİN DE ÖRGÜTLENMESİ ZORUNLU OLMALI

Dün bu sayfadan gördünüz, örgütlü olması gereken işçi örgütsüz, örgütsüz olması gereken işverenler devlet eli ve zoruyla örgütlü. O halde, devlet ve millet el ele verip, tıpkı Brezilya’da olduğu gibi her işçi mutlaka bir sendikaya üye olmalıdır demenin zamanı geldi.

 

 

 

 

 

Exit mobile version